
Türkçenin Tarihi
# Türkçenin Tarihi
Kökleri tarihin derinliklerine kadar uzanan; konuşma dili olarak en az 5500 yıllık, edebî dil olarak en az 1300 yıllık tarihi bulunan bir dildir Türkçe… Yazıyı bulan Sümerlerin diline kelimeler vermiş, Sümerce ile yaşıt bir dildir Türkçe…
Kaya resimleriyle başlayan, damgalara dönüşen ve nihayet harflere evrilen millî alfabesiyle ilk örneklerini Türkçe, yaklaşık 1400 yıl önce vermiştir. Yazıtlar çağında taşlara kazınan bu harflerle Türk hitabet sanatının ilk ve en güçlü örnekleri Tonyukuk, Köl Tigin ve Bilge Kağan yazıtları dikilmiştir. Böylece Türk dilinin üç kıtaya yayılacak macerası da başlamıştır.
Göktürk Kağanlığı dönemi yazıtlarından Uygur Kağanlığı yazıtlarına ve yazma eserlerine, Karahanlı Devleti’nde Türk dilinin anıtsal eserleri Kutadgu Bilig ve Divanu Lugati’t-Türk’e uzanan bu gelenek, zamanla farklı coğrafyalara yayılmıştır. Harezm’de, Kıpçak bozkırlarında Türk yazı dili geleneği devam etmiş; Türkistan’dan Kafkaslara, Anadolu’ya, Mısır’a, Karadeniz’in kuzeyine, Balkanlara Türk diliyle eserler yazılmaya başlanmıştır.
Tarihî coğrafyalardaki bu yayılımın sonucunda bugün Türk dilinin kolları Doğu Sibirya Denizi kıyılarından Pamir Dağlarına, Çin’in içlerinden Balkanlara ve Doğu Avrupa’ya kadar uzanan geniş coğrafyada konuşma dilleri, yazı dilleri, kültür dilleri olarak yaşamaktadır.
Birbirine komşu bu coğrafyalarda siyasi sınırlar bulunsa da Türk dilinin bugünkü kollarındaki söz varlığı ortaklıkları dikkat çekici boyuttadır. Küçük ses farklılıklarıyla zamirlerimiz ben ~ men, sen, o ~ ol, biz, siz, onlar; sayı adlarımız bir ~ pir, iki ~ eki ~ ekki, üç, dört ~ tört; fiillerimiz al-, geç- ~ keç-, gör- ~ kör-, yaz- ~ caz- ~ jaz- ortaktır.
Atasözlerimizdeki benzerlikler de en eski kaynaklarımızdan bugüne şaşırtıcı benzerlikler göstermektedir. Türkülerimiz, mahnılarımız, şarkılarımız sınır tanımadan diyardan diyara dolaşmaktadır.
Günümüzde Türkiye Türkçesiyle birlikte Azerbaycan, Türkmen, Gagavuz, Özbek, Kazak, Kırgız, Uygur, Tatar, Kırım, Başkurt, Nogay, Karaçay-Balkar, Kumuk, Karakalpak, Altay, Hakas, Tuva Türkçeleriyle Yakutça ve Çuvaşça Türk dünyasının yirmi yazı dilini oluşturmaktadır. Yazı dili olma uğraşı veren, konuşma dili olarak yaşayan ve sözlü edebiyat ürünleriyle Türk dünyasının zenginliklerinden olan ve sayıları yirmiye ulaşan Türk lehçeleri de bulunmaktadır.
Türk dilinin bu kolları içerisinde Türkiye Türkçesi bugün en fazla konuşucuya sahip ve en geniş coğrafyada kullanılan edebiyat, bilim, kültür ve medeniyet dilidir. Türkiye dışında otuz altı ülkenin nüfus sayımlarında, istatistiklerinde Türkiye Türkçesinin ana dili veya ikinci dil olarak kullanıldığı beyan edilmiştir.
Türkçe mükemmel ses uyumlarıyla, ses bilgisi özellikleriyle, biçim bilgisi özellikleriyle mükemmel bir dildir.
Türk Dil Kurumunun sanal ortamdaki sözlük veri tabanında 616.767 söz varlığı bulunmaktadır (https://sozluk.gov.tr). Bu söz varlığı içerisinde belirli kavram alanlarında büyük bir zenginlik göze çarpmaktadır:
- Türkçede en uzak akrabaya kadar ayrı ayrı akrabalık adları vardır. Pek çok dilde amca ile dayı, hala ile teyze ayırt edilemezken dilimizde en uzak akrabayı bile adlandırmakta kullanılan akrabalık adlarımız bulunmaktadır.
- Doğadaki bütün renkler Türkçede ifadesini bulmuştur. Atalarımız renklerin en küçük ayrıntısını bile ifade eden renk adlarını yine doğadaki bitkilerden, ağaçlardan, kuşlardan ve benzerlerinden yararlanarak söz varlığımıza kazandırmıştır.
- Mutfağımızın zenginliği söz varlığımıza da yansımıştır. Yemek adlarımız, yemeklerin pişirilmesinde kullanılan malzeme adları ile tariflerinde kullanılan söz varlığı başlı başına bir zenginliktir.
- Deyimlerimiz, atasözlerimiz, gündelik dilde sıkça kullandığımız ilişki sözlerimiz anlatımımıza açıklık, renklilik, samimiyet kazandıran söz hazinelerimizdir.
Köklü Dil Türkçe 2023 yılı verilerine göre dünyada 7.151 dil konuşulmaktadır. Ancak bunların çoğu genç dillerdir. Son birkaç yüzyılda oluşmuş, ortaya çıkmış genç dillerdir bunlar...
Yeryüzünde bugün kullanılmakta olan dillerin yanı sıra artık konuşucusu kalmayan, unutulup yok olan ölü diller de vardır. İnsanlık tarihi boyunca kaç dilin konuşulduğunu, kullanıldığını belirlemek, bir sayı vermek bugünkü bilgilerimize göre imkânsızdır. Bunu belki de hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz... Ancak şunu açıklıkla söyleyebiliriz bugün yaşayan dillerden sayıca kat kat fazlası insanlık tarihi boyunca yeryüzünde ortaya çıkmış, az veya çok kişi tarafından konuşulmuş, dar veya geniş bir alanda yayılmış, sonra da çeşitli nedenlerle konuşucusu kalmadığı için yok olup gitmiştir.
Yeryüzündeki ilk dilin hangi dil olduğunu da bilemiyoruz. Bu sorunun yanıtını belki de hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz…
Geçmişte bu sorunun yanıtını arayan, bunun için denemeler yapanlar çıkmıştır. Herodot, Mısırlıların kendilerini dünyanın ilk insanı saydıklarını, bunu kanıtlamak için Kralları Psammetikos’un bir deney yaptığını ünlü tarihinde anlatır. Psammetikos, bir çobana yeni doğmuş rastgele iki çocuk vermiş, bunları bir ağıla kapatıp beslemesini, yanlarında hiç kimsenin konuşmamasını istemiştir. Çocukların ağzından çıkacak ilk kelimenin ait olduğu dil, dünyanın en eski dili kabul edilecektir. İki yıl sonra çocukların ağzından bekos sözü işitilir. Mısırlılar araştırırlar, bu sözün Phrygialıların dilinde ‘ekmek’ olduğunu öğrenirler. Böylece Phrygialıların kendilerinden daha eski olduğunu kabul ederler.
II. Friedrich ise bebeklerin ilahi bir dille dünyaya gelip gelmediklerini, hiç kimseyle hiçbir şey konuşmaksızın yetişecek çocukların, konuşma çağına geldiklerinde hangi dili konuşacaklarını öğrenmek istemişti. Yeni doğmuş bebekleri dadılara vermiş, onları beslemelerini ancak bebeklerle asla konuşmamaları emrini vermişti. Ancak bu deney de sonuç vermeyecek, konuşma çağına gelen bebekler birer birer ölecekti…
En ilgi çekici deneyi Ekber Şah yapmıştı. Yeni doğmuş bebekleri işitme engelli dadılara teslim etmişti. Başka kimselerle görüştürülmeyen bebekler bir süre sonra işitme engellilerin doğal iletişim dili olan işaret diliyle konuşmaya başlamışlardı.
Bugün yeryüzündeki ilk dilin hangisi olduğunu bilemiyoruz. Ama günümüzdeki dillerden çok azı, insanlık tarihinin bilinen dönemlerinden bu yana varlığını korumaktadır. Bu dillerden biri de Türkçedir…
Türkçenin kökleri tarihin derinliklerine kadar uzanmaktadır. Konuşma dili olarak en az 5500 yıllık, yazı dili olarak da en az 1300 yıllık tarihi bulunmaktadır. Böyle bir tarihlendirmenin en önemli kanıtı Sümer tabletlerinde yer almaktadır.
Yazıyı bulan Sümerlerin dilinde Türkçe kökenli kelimeler belirlenmiştir. Sümerlerle Türkler arasında tarihî bir ilgi bulunduğu, MÖ 3500’lerde Türklerin Sümerlere yakın bölgelerde yaşadığı ve çivi yazılı Sümer tabletlerindeki 168 kelimenin en eski Türk dilinden Sümerceye geçtiği ortaya konulmuştur. Sesçe, yapıca ve anlamca benzerlikler gösteren Sümerce (S) ve Köktürkçe (KT) bu kelimelerin ses denklikleri kuralıyla birbiriyle ilgili olduğu görülmektedir: S dingir ‘tanrı’ – KT teŋri ‘tanrı’ S gişig ‘kapı’ – KT eşik ‘eşik, kapı’ S taga ‘düşman, işkenceci’ – KT yagı ‘yağı, düşman’ S tu ‘yıkama, yüzme’ – KT yu- ‘yıkamak’ S zibin ‘böcek’ – KT çibin ‘cibin, sinek’
Bu türden kelimeler Sümerce ile Türkçenin akraba diller olduğunu kanıtlamaya yardımcı olacak kadar çok değildir. Ancak Sümerce ile Türkçe arasında böyle bir kelime alışverişi olduysa Türkçe Sümerce kadar eski bir dildir. O dönemden günümüze Türkçe yazılı belgeler ulaşmasa da çivi yazılı Sümer tabletlerindeki 168 kelime, Türkçenin en az 5500 yıldır var olduğunu göstermektedir.
Bugün yeryüzünde Sümerce diye bir dil yok ancak Sümerceye kelimeler vermiş bir dil olan Türkçe, bugün de varlığını sürdürüyor. Bir dilin bunca yıldır varlığını sürdürmesi, onun eski ve köklü olduğu kadar güçlü bir dil olduğunun da kanıtıdır. Aradan geçen binlerce yılda pek çok tehlikeyle, zor durumla karşılaşmış olmasına rağmen Türkçe bugünlere ulaşmıştır.
Türk yazı dili, VII. ve VIII. yüzyıllarda Göktürk alfabesiyle yazılmış yazıtlarla başlar. Ancak bilinen bu dil yadigârlarından önce komşu ülkelerin kaynaklarında kaydedilmiş Türk dili kökenli sözler, metin parçacıkları ele geçmiştir.
Çin yazısıyla kaydedilmiş en eski Hunca sözcükler içerisinde king-lo (eski söylenişi *king-lāk) ‘Hunların tören kılıcı’ dikkati çeker. Milattan önce 1022 yılında yazıya geçmiş en eski Türkçe sözcük olduğu bilinen bu veri, Divanü Lugati’t-Türk’te ‘kasap bıçağı, satır’ anlamındaki kıŋrak sözü ile benzerlik gösterir. Günümüz Türk yazı dillerindeki izleri ise Yeni Uygurcada kiŋrak ‘büyük bıçak, satır’, Altaycada kıŋırak ‘iki yüzlü büyük bıçak’ sözlerinde görülür.
Göktürk yazısının kullanıldığı ilk metin ise bir çanak üzerinde bulunmuştur. Kazakistan’daki Esik kurganı buluntuları arasında yer alan ve MÖ IV. yüzyıla ait olduğu belirlenen bir çanaktaki Göktürk yazısına benzer harflerle yazılan iki satırlık yazının en eski Türkçe metin olduğu bilinmektedir. Millî alfabemiz Göktürk harfleriyle yazılmış ilk metin olması dolayısıyla Türk dili tarihi açısından büyük önem taşıyan bu yazının çözülmesi için bugüne kadar pek çok bilgin çalışma yapmıştır.
Milattan sonra IV. yüzyıl başlarından kalan ve Çince kaynakta anlamı da verilen Hunca beyit süke talıkaŋ bukukgu tutaŋ biçiminde okunmakta ve “orduyu gönderin, Bukuk’u tutun” diye çevrilmektedir. Bu dizelerde geçen sü sözü Eski Türkçede ‘ordu, asker’ anlamında kullanılmış, Osmanlı Devleti’nde sübaşı birleşik sözünde yer almış, sonra subaşı biçimine dönüşmüş ve nihayet günümüz Türkçesindeki subay sözünün türetilmesinde kullanılmıştır.
Bugünkü bilgilerimize göre Türklerden kalan ilk yazıt Bugut Yazıtı’dır. Ancak bu yazıt, bugün ölü bir dil olan Soğdca ile yazılmıştır. Brahmi harfli Hüys Tolgoy ile Mongolküre, Birinci Göktürk Kağanlığı döneminden kalma yazıtlardır.
Moğolistan’da Çöyr yakınlarında bulunan ve Göktürk alfabesiyle yazılmış bulunan yazıtın İlteriş Kağan dönemine ait olduğu, muhtemelen VII. yüzyılın son çeyreğinde dikildiği tahmin edilmektedir. Farklı okuma denemeleri olan yazıtın okunuşu şöyledir: elteriş kaganka içi(kiŋ) ögüni sebini barıŋ üçünç ay yetika adrıldımız at tabarda. ‘İlteriş Kağana tabi olun, övünerek sevinerek hayat sürün. Üçüncü ayın yedisinde ayrıldık, attan davardan.’
Göktürk alfabesiyle yazılmış edebî metin niteliğindeki yazıtlar ise VIII. yüzyılın ilk yarısında Tonyukuk (720 ?), Köl Tigin (732) ve Bilge Kağan (735) adlarına dikilmiştir. Bu yazıtlar bugün Moğolistan sınırları içerisindedir.
Türk hitabet sanatının ilk ve en güçlü örneklerinden biri olan ve topluca Orhon Yazıtları diye adlandırılan dilimizin bu anıtsal eserlerinde kullanılan dil gelişmiş ve işlektir:
teŋri teg teŋride bolmış türük bilge kağan bu ödke olurtum sabımın tüketi eşidgil ‘Tanrı gibi gökte olmuş Türk Bilge Kağan. Bu zamanda (tahta) oturdum. Sözümü bütünüyle işit.’
Yazıtlar, henüz yazı dili niteliğini kazanmış bir dil ile yazılmamıştır. Kurallı bir dil bilgisinin varlığı dikkati çeker. Üslup son derece akıcı, sürükleyici ve etkileyicidir:
üze kök teŋri asra yağız yer kılıntukda ekin ara kişi oglı kılınmış kişi oglınta üze eçüm apam bumın kagan iştemi kağan olurmış olurupan türük bodunıŋ ilin törüsin tuta birmiş iti birmiş. ‘Üstte mavi gök aşağıda yağız yer kılındığında ikisinin arasında kişi oğlu kılınmış. Kişi oğlunun üzerine ecdadım babam Bumin Kağan, İstemi Kağan (tahta) oturmuş. Oturup Türk milletinin ilini töresini tutuvermiş, düzenleyivermiş.’
Yazıtlardaki kelimelerin gerçek anlamlarının yanı sıra mecaz anlamları da gelişmiştir: adınçıg ‘fevkalade, olağanüstü’, beŋgü ‘ebedi’, ıduk ‘kutsal’, suk ‘kıskançlık’ ve bugün bile pek çok dilde karşılığı bulunmayan köŋül ‘gönül’…
Orhon Yazıtları’nda deyimler, söz kalıpları da bulunmaktadır: sabımın sımadı ‘sözümü kırmadı’, közün körmedük kulkakın eşidmedük ‘gözle görülmedik kulakla işitilmedik’, tün udımadım küntüz olurmadım ‘gece uyumadım gündüz oturmadım’…
Destanlar çağında gelişen ve akıcılaşan Türkçe, yazıtlar çağında mükemmel örneklerini vermeye başlamıştır.
Türkçe, gücünü tarihinden alan köklü bir dildir…
Prof. Dr. Şükrü Halûk AKALIN
Ana sayfaya dönmek için tıklayınız: (opens new window)